Çarşamba, Nisan 26, 2006

DIET




Son ay yaptığım fazla mesainin getirdikleri ve götürdükleri neler diye sorsam kendime…
Getirdiği fazladan 3-4 kilo, şişkince bi göbek pırtlaması derdim, götürdüğü ise uyku düzenim olurdu herhalde.
Bahar bitti bitecek önümüz yaz benimse hala kilolarla başım dertte.
Geçen aylarda denenmiş bikaç başarısız diyet denemesinden sonra pazartesi günü, geçmiş senelerde beni kilolarımdan 2 hafta gibi kısa bi sure içinde kurtarmış olan Muzaffer Kuşhan’ın simit - ayran diyetine başladım.
Diyetin yanında Shakira’nın Hips don’t lie klibiyle yapılacak birkaç egzersiz, daha doğrusu oryantal, yerli dansı figürleri karışımı koreografi bana yardımcı olacak diyor, bu işi sonuna kadar götüreceğime inanıyorum.
İnanmak zorundayım.
Uhüüü!

Cumartesi, Nisan 22, 2006

DIRDIR KURABİYESİ
















Geleneksel cumartesi akşamüstleri…
Ihlamur, küçük mutfağında, mis gibi kurabiyeler pişirme çabasında…
Bir yandan söyleniyor diğer yandan tutturmuş bi türkü gidiyor.
Seveeeemedim karaaagözlümmmm yıllarrrr boyuncaaaaa
Mahlepli kurabiye, taze demlenmiş çay, akşama ise mercimekli bulgur var.

Cuma, Nisan 21, 2006

HAFTA SONU



Bütün haftanın koşuşturması bugun nihayetlenecek. Nisan başından beri süregiden mesai trafiği bu hafta sonu sekteye uğrayacak sanırım...
Son projeyi de bitirdik. Bu akşam Ice Age ’i seyredeceğim en sevdiğim arkadaşlarımla birlikte. Güzel bir haftasonu olması ümidiyle...

Pazartesi, Nisan 17, 2006

KASTRO




Küçük bir haftasonu kaçamağı...

Cumartesi arkadaşlarla yapılan, yeşil bir yolculuk sonrası varılan noktaydı Kastro. Uzun zamandır gidilmeyi bekliyordu belleklerde... Aniden verilen bir kararla sabah yola çıkılacak, Tekirdağ-Saray güzergahından yol alınacaktı. Nitekim öyle de oldu. Saray’a vardığımızda gün yeni ağarmıştı, caddeler boştu. Esnaf, kepenklerini yeni açıyordu mahmur gözlerle...
Biz ise temiz havanın ve erken uyanmanın verdiği rehavetle çevreye bakıyorduk. İki kız, Migros veya Tansaş tabelası aradık hemen. Hijyenik yiyecek-içecek alınacak, arabanın boş bagajı tepeleme doldurulacaktı. Zaten asırlardır bu yük kadınların değil miydi?

Biran önce sabah sigarası yakılmalıydı; ama boş mideler buna izin vermiyordu. Kısa bir bakınmadan sonra, adını içinde bulunan Atatürk büstünden gayrı "Atatürk Parkı" olarak aldığını düşündüğümüz çay bahçemsi parkta günün ilk çaylari içildi, simit peynir afiyetle mideye indirildi. Çevre esnaftan nevale alındıktan kelli, bekliyordu bizi kavisli yol eğrisi. Uzun, yeşil tarlaların kenarlarından süzülerek, inekler ve minik buzağılar eşliğinde yol almaya devam ettik. Ta ki Çamlıköy (Kastro) Ormaniçi Dinlenme Yeri tabelasını görene dek... Sağa saptığımızda henüz asfalt dökülmemiş, ancak bir arabanın geçebileceği darlıkta patikamsı bir yol karşıladı bizi... Arabanın tabanı arada yere çarpıyordu ve temkinli bir süratle ilerliyorduk. Göz alabildiğine yeşil Istranca Dağları, meşe ve karaçam ormanları, papatyalar, yabani sümbüller ve adını bilmediğim nice çiçek sabahın ilk esintileriyle usulca salınıyorlardı. Uyanmış doğanın mis kokusu arabanın içine dolarken bir an önce inmek için ufukta yolun sonunu gözlüyorduk. Bu sükuneti arkadaşımın feryadı bozdu: "Bakın doğan nasıl da uçuyor!" Evet ilk kez bir doğan görüyordum. Kendimi Arizona kanyonlarında gibi hissettim. Kent yaşamı insanı özünden bu kadar koparabiliyor, bir kuş görmek böyle şaşırtabiliyordu bizleri. Sanki doğa yalnızca “National Geographic”e özgüydü ve biz yalnızca beyaz camda görüp hayal edebiliyorduk.

Bir kaç kilometre sonra Kastro Milli Parkına ulaşmıştık. Üç kuruş parayla giriş yaptığımız Karaçam ormanı muhteşemdi. Nereye oturacağına karar veremeyen bünyeler uygun bir yerleşim paniğindeydi.

Nehrin - Kastro Koyu'nu ikiye bölen bu nehir “Bahçeköy Nehri” aynı zamanda Tekirdağ-Kırklareli sınırını oluşturuyormuş - kenarında yer alan piknik masalarından birine kendimizi hemen attıktan sonra grubumuzda ki erkekler mangalı alelacele yakmak ve alınan sucukları bir an önce midelere indirmek derdine düşmüşlerdi bile. Yenilen sucuğu hazmetmeden kalkmaya niyetimiz yoktu aslında ama nehir o kadar cazipti ki yerimizde duramıyorduk. Masayı acele toparladıktan ve çevre köpeklerine kışkış dedikten sonra nehir boyunca yürüyüp denize dökülüş noktasında sahile adım attık. Yüzlerce midye kabuğu, irili ufaklı o kadar çoktu ki hangisini toplayacağımı şaşırmış bir halde bakındım. Bi kaçını alıp sokuşturduğum çantam şıngırdamaya başlamıştı bile.

Önden giden grubun erkekleri ve arkadan gelen romantik çiftimiz eşliğinde nehir bisikletlerine doğru yollandık ulen! dedim kendi kendime, yine yalnızsın sevgilin nerede? Canım arkadaşımın sevgili eşi, ... ciğim ile bisikletli nehir gezimiz başlamış oldu. Biz önden diğer grup arkadan sağ sol yapamayan vites koluyla debelene debelene bacaklara kuvvet uygun tempoyla pedallar çevrilsin ve gelsin nehir. Önce algılamadım fazla bişi, görmedi gözlerim, yaklaştıkça içine girdikçe doğanın, hayretler içinde kalmaya başladık. Kuş sesleri eşliğinde bi bizden bi arkada ki gruptan aaa! sesleriyle yol aliyorduk. Aaa! bak su kaplumbağası aaa! bak küçük kurbağa, aaa! bak o doğan yine uçuyor...

Ta nehrin ucuna kadar geldikten sonra küçük bir şelale karşıladı bizi. İnen indi bisikletlerden, kayalıklara çıktı. Ben yine kaldım öylece en iyisi dedim güneşlenmek bisiklet tepesinde, esasen gözüm yememişti orası ayrı. Dönüş yolu da ayrı bi keyifti yarışa yarışa, döne döne geldik başladığımız yere. Karnımız acıkmıştı yine, bacaklarımızda ki karıncalanma hissiyle yalpalaya yalpalaya masamıza gerisin geri geldik. O masayı beğenmedik öbür masaya geçtik. Yine mangal tekerrür etti yandı, közlendi, yenildi, içildi.
İçildi, içildi, içilmeye devam edildi... Pof!

Romantik çiftin romantik bayanı ve antiromantik ben ormantik bir ortamda çiçek dermeye karar verdik, keza ben daha önce gitmiş olduğum abdesthane dönüşü gözüme kestirdiğim çiçekleri, meridyen ve palelel olarak hafizaya kaydetmiş idim. La laaaa laa’lar eşliğinde başlayan harekatımız, kardelenvari beyaz, nazenin, sapları upuzun tamda uzun cam vazoma pek de yakışacak diye düşündüğüm güzide çiçegin önünde sakın koparmayınnnnn! nidasiyla bölündü.
Peh! Gözlerim anlamadı bekçi sandım. N’oldu dedim. Romantik olanımız ay! dedi köklerini okşamaya başladı çiçeğin. Kırmızılı adam yaklaştı ben dedi; Gelirim buraya her hafta başka gruplarla, gezdiririm buraları, oraları bu çiçek çok değerlidir , göl soğanıdır bu ”Leucojum aestivum” yane koparmayın. Bak bu İstanbul gelini üremeye engel oluyorsunuz, felan felan. Kendimi kötü hissettim Ağaç kurbağası zıpladı sonra önümüze, tuttu adam aaa! dedi, biz baktık. Gidin Manisa lalelerine bakın dedi, peki dedik, koparmayin ama dedi. İyi dedik baktık, döndük.
Anlattık erkeklere nasıl yani dediler. Büyük abi dellendi, ben bi bakim soruşturayim ortalığı dedi. Gitti. Döndü sonra güzel anlatıyor çocuk dedi.

Üstüne vişne votka içtik, gülmeye başladık. Çok güldüm ben ondan sonra hep güldüm.
Hepimiz güldük. Kalktık, toparlandık sonra, çevreyi temiz tuttuk mis gibi. Gözüm arkada kaldı kırmızılı adam kızar mı? çöp bıraktıysak diye bakındım. Yola çıktık sonra Saraylı olan arkadaşımız hoşcakal Saray dedi. Ben de içimden dedim, hoşça kal diye...