Cumartesi, Haziran 16, 2007

Ada vapuru yandan çarklı



Cuma gecesi alelacele topladığım çantamı yüklenip sabah erkenden yola çıktım. Nefes nefese Kabataş' a vardığımda vapur hareket etmek üzereydi. Koşar adım jetonumu alıp zor yetiştim yandan çarklıya...

Vapur hareket etti, el salladım bizimle yarışan martılara...

Daha iyisini bulamayacağıma kanaat getirdiğim güneşin bağrındaki koltuğa oturdum. Yanım yönüm kıpırdayamayacak derecede doluydu, olsun dedim şunun şurası 1 saat hemencecik geçer nasıl geçtiğini anlamayacaksın bile. Pek de öyle olmadı kimseye rahatsızlık vermeyeyim diye önce ayaklarımı hanım hanımcık topladım. Yanımdaki yaşlı teyze yelpazesini dur durak vermeden savurduğu için baygın parfüm kokusu allerjimi azdırır korkusuyla burnuma selpak dayandım problemliler gibi.

Oldum olası pek sevmem zaten yan yana ve karşılıklı oturulan koltukları. Mutlaka karşı koltuktan birileriyle göz göze gelir sonrada çok kötü bişi görmüş gibi apansız çevirirsiniz fırfır gözlerinizi. O kişiyle bir daha göz göze gelmemeniz gerekmektedir artık, aksilik bu ya bakmak istemedikçe yanlışlıkla bakar daha bi sıkılır, sıkıntıdan patlar en sonunda kalkıp gidersiniz oturduğunuz yerden, halbuki daha gideceğiniz yere varmaya daha bi ton mesafe vardır ve oturacak yer bulma umudu hemen hemen hiç yoktur.

Elimde starbucks özentisi naylon nescafe bardağıyla döküp saçma endişesi duyarak yol aldım vapurun daha havadar kısmına. Rüzgardan bir türlü çakamadığım kibritimle sigaramı yakmaya çalıştım bir süre. Bir sigara içimlik mesafeden sonra ilk ada, tatsız nescafem bitince ikinci ada ayağa kalkıp çıkışa ilerleyince de ineceğim adaya ulaşmıştık bile.

Sırt çantamı sırtlanıp gözlüklerimi de takınca hazırdım artık adayı keşfe. İskelenin hemen yanındaki çay bahçesi ilk durağım oldu biraz erken bi duraktı ama ne yapamayacağını hemen kavrayamayan bünyem için gerekliydi. İki düşünmeli, bi kaç telefon görüşmesi yapmalı ve kirlenen ellerimi yıkamalıydım her şeyden önce. Çayımı içip tostumu yedikten sonra, hesabı ödeyip masamdan kalktığımdan beri beni takip eden kedi ailesiyle birlikte arka sokaklara doğru yürümeye başladım. Pist gelmeyin dedikçe peşimi bırakmadılar, ben de kendimi küçücük bi bakkalın içine attım. Yürürken bana ağırlık olacağını bile bile malum gazetelerden birini aldım, ekleriyle birlikte neredeyse 2 kilo geliyordu meret. Sakız sardunyalı balkonlara baka baka iki sokak gezdim ilerdeki pastanede bi mola verip gazetemi okuyayım bari en iyisi dedim umarsızca. Soğuk bir limonata gazetenin ekleriyle süper gitti, hepsi bir çırpıda okundu bitti. Arkadaşlarımın 2 saat sonra geleceği telefonunu aldıktan sonra şaşkınlıkla karışık küçük bir şok yaşayıp, boynumu büktüm oturduğum yerde kalakaldım bir süre...

Uzun zamandır görüşemediğim arkadaşımla görüşecek olmanın verdiği mutluluğun yanında acaba çok değişmişsin, seni yaşlanmış gördüm der mi?endişesiyle beklemeye devam ettim oturakaldığım yerde. Ta ki oniki vapurunun gökyüzünü siyaha boyayan dumanını görene dek. Onları telefonla yönlendirip bulunduğum lokasyonu bildirdikten sonra kocaman gülümsemelerle koşar adım bana doğru yürüyen eski dostumu hemencecik tanıdım onca kalabalığın arasında. Sanki dün ayrılmışız gibi kaldığımız yıllardan, yerden devam ettik sözlerimize. Lafazan Sybille şen kahkahalarıyla doldurdu Heybeliada’nın sokaklarını. Güneş tam tepemizdeyken ne kadar gezilebilinirse o kadar gezdik, gelecekte satın alabilme ihtimaline karşı leylak kokulu evler beğendik, yorulduğumuzu hissettiğimiz anda önümüze çıkan ilk faytona atlayıp süratle kıyı şeridine ulaşıp önceden adresini aldığımız restauranta kapak attık. Oldukça leziz yemekler, zeytinyağlı salatalar denizden esen iyot kokusu eşliğinde keyifle yenildi, eski günler yad edildi.

Esen rüzgar, yenilen yemeklerin verdiği ağırlık hissi ve ilerleyen zaman bütün haftanın yorgunluğunu gün yüzüne çıkardı utanmadan. Gelecek ilk vapurla geri dönmenin en iyi fikir olduğu konusunda birleşip taze çayın demlenmesini bekleyemeden kalktık. Yürürken, daha önce fark etmediğim yaşlı balıkçı amcayı gördüm, güleç yüzüyle kovada ki iskorpitlerini özenle temizliyordu. İşini keyifle yapışına hayran olamamak elde değildi kendimi düşümdüm sürekli sıkılan, hep cuma olsun isteyen ben...