Cuma, Ağustos 31, 2007

YALANCI GELDİ HANIMMMM!

Pek sevgili Mr. TD’cim mimlemiş beni.
Yalanların lam’ı cim'i olmaz deyip başlayayım bari…
Efendim, şimdi bu yalanlar ikiye ayrılır: 1- Beyaz yalanlar
2- Hasta eden yalanlar

Beyaz yalanlar güzeldir, söyleyiniz. Hatta izin veriniz size de söylesinler:)
Çoğu zaman mutlu eder beyaz yalanlar, yalan olduğunu bile bile çaktırmadan, onaylayıp, söyleyene tebessüm edip geçiştirmek en doğrusudur benim kanaatimce.

Faraza “aşkım kilo mu verdim sen ?” klişe söz öbeği, çoğu kadını mutlu mesut etmeye namzet en etkili yalanımsılardanken, aileden uzak yaşayanların en büyük problemlerinden biri olan yemek sorunsalı için anneye söylenecek “Ohooo! Annecim, merak etme, akşama kuru fasülye, pilav pişirdim, mis! aynı senin yaptığın gibi oldu, sen dertme… “ tadında yalanlarda söylenmesi farz olanlardandır.

Hasta eden yalanlar kötüdür, insanı bozar, hiç gerek yoktur. Söyleyeni de sevmem, söyleteni de…

Benim yalanlarımın pek çoğu beyaz, bembeyazdır. Arada kalkıp Ayşe teyzeye yıkatıyorum ondan herhalde :P

PS: Yazmadan geçemeyeceğim Kurban’ın pek güzel bi şarkısı vardır, bilenler bilir.
“Yalan dostum aşk diye birşey yok aşk dediğin üç günlük eğlence” diye. Şu sıralar aşk’ın yalan olduğu konusunda mutabıkız kendileriyle :P

Ayrıca bu kadar mühim bir mim mevzusunu suya sabuna dokunmadan ancak bu kadar kıvırabilirdim deyip, kutluyorum kendimi :)

Ben de şu sıralar İstanbul'u 2. kez fethetmeye hazırlanan DAPHNE hanımı mimliyor, kendisini en yakın zamanda bekliyorum efenim...

Cuma, Ağustos 17, 2007

TATİLDEYİM





TDK
Tatil: Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan
geçirilen süre.

Salı, Ağustos 14, 2007

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken...



Geçen hafta IHLAMUR’la Sultanahmet’te gerçekleşen bir davete icabet etmem gerekti. İş çıkışı apar topar yapılan aktivitelerden pek haz etmem aslında... Ama günler öncesinden söz verdiğim için geri çevirebilmemin imkanı yoktu. Sabah yapmış olduğum makyajım akıp Marilyn Manson edalı bakışlara sahip olmama sebebiyet verirken, saçlarım bütün gün tepemde toplanmaktan artistik bi şekilde taranmış gibi krepelenmişti. Bi süre uğraşıp toparlamaya çalıştım kendimi… Sanki, toparlamaya çalıştıkca kötü oldu gibi geldi bana. Bunu çevremdekilere sormak gerekirdi aslında…

Şirketten, önümde hayli bi yol olduğunu gözönüne alıp biraz erken fırladım. Bir ara, sıcağın da etkisiyle yolun, hiç bitmeyecekmiş gibi geldiğini hatırlıyorum. Hatta tramvayda canhıraş bağırıp, ‘Durdurun şunu inicem!’ deme raddesine bile gelmiştim.

Ama ineceğim noktaya gelip de o turist grubun peşi sıra yürümeye başladığımda resetlemiştim her bi şeyi. Sanki o yolda yürüyüp aval aval bakınan ben değildim artık. Cadı renklipamuklar gitti, 10 küsür sene önce arkadaşlarıyla Divanyolu’nda gezip, o büyük çınarın altındaki çay bahçesinde dünyayı kurtaran renklikozalak geldi. ‘Ne günlerdi be!’ dedim…

IHLAMUR’u unutup, tüm sokaklarını arşınlamak istedim Sultanahmet’in…

İster istemez iki yaş akıverir şimdi gözlerimden diye de önce kara gözlüklerimi taktım. İnsanlar yanım sıra yürüyüp giderken ben, dilediğimce hüzünlü bakabildim koyu camlarımın ardından…

Benim garip huylarım vardır…

Geçmişimde bıraktıklarımı hep o vakitlerdeki güzellikleriyle anımsamak isterim. İşte tam da o yüzden çok uzun süre dönüp bakmadığım, Sultanahmet sokakları gibi…

Adliyenin önünden kısa adımlarla yürüyüp, dolu dolu dört sene geçirdiğim, zaman zaman nefret edip, kaçıp kurtulmak istediğimi oda arkadaşlarıma bağıra çağıra anlatıp, biraz daha erken uyumalarını sağlamak için yüzlerce kez dil döktüğüm…

Kimi zaman o eski kapısının önünde karnımdaki pır pır kelebeklerle çok geçmişte kalmış sevgiliyi beklediğim…

Okul bitip yurttan ayrılma vakti gelip çattığında ise o kocaman bavulumu eski koridorlarında sürüklemeye çalışırken ben, sizi, burayı çok sevmişim esasında deyip, hıçkıra hıçkıra ağladığım, İstanbul’daki ilk evim…

11 sene olmuş, o kapıdan çıkıp dünyaya karışalı…
Oysa, dün gibi anımsıyorum ıslak gözlerle bakıp, son kez el salladığımı…

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

Hiçbir cumartesi günüm bir türlü yetmedi…



Bu sene yazın nasıl geldiğini anlayamadığım gibi gidişinden de pek endişe etmeyeceğim gibi görülüyor, şimdilik. Belki bunda henüz bünyeyi denize sokamamış olmamında etkisi vardır. Geçen yazlarda ne yapar ne eder bi şekilde leb-i deryaya cumburlop dalar, Şebnem Çapa bronzluğu yapabilmek için epey efor sarfederdim. Şimdilerde büyüyor muyum neyim? eziyet gibi geliyor her bii şey...

Tatil için lokasyon belirleyebilmek bile tüm enerjimi aldı diyebilirim. Kiminle gideceğim ise anket konusu bile olabilir. Ailem bize takıl; kızım, seni çok özledik derken, arkadaşlarım bensiz tatilin, tatsız tuzsuz yemeğe benzeyeceğini söylüyorlar. Hahaha! Hiç megolaman değilimdir ben, yanlış anlaşılmasın. Ama zaman zaman neşe kaynağı ve sevgi pıtırcığı da olabiliyorum. Kendim bile şaşırıyorum bu hallerime ama oluyor işte. Depresifliği üstümden sıyırıp attığımda full neşe, tam geyik ne yaptığı belli olmayan abuk subuk bişi ortaya çıkıyor. Deli manyak, doğru bir tanımlama olabilir…

Cumartesi, pek sevdiğim iş arkadaşlarımla et mangal yapıp, kolesterolde tavanı gördük. Kırmızı, beyaz piti kareli masa örtüleri ve aynı desenden önlükleriyle garsonlar pek bi hoş tuttular bizi. Açık havanın da etkisiyle sersemlemiş bi şekilde “runaway train” ezgileriyle evimize geri döndük. Ben gençliğime de döndüm az biraz. Ah! Eski kemancı günleri deyip, hayıflanmadım değil…

Dün de IHLAMUR’la geleneksel haftasonu Yeniköy – İstinye parkuru yeme, içme, bakınıp, söylenme aktivitemizi gerçekleştirirken yeni bir lisan öğrenmenin önemini mütaela ettik. Ben, almanca ve ingilizce pratiği yapmak istediğimi el lisanıyla dile getirirken şaşkın IHLAMUR japonca cevaplar verip beni hasta etti. Geyiğin boynuzları yerlerde sürünürken, grubumuzun ağırbaşlı üyesi bizimle yola çıkmanın kendisi için baştan hata olduğunu, ciddi bişi konuşmanın imkansızlığını dile getirdi. Hayat zaten zor, haftasonu dünyayı kurtarmayalım güzelim, sen herşeyi kafaya takma diyecektim, demedim:)

Açtım I-pod umu daldım en uzak hayallere…

“Ey! en uzak hayalim, sen nelere kadirsin bir bilsen, bilemezsin ama. Ben, seni düşünürken hep mutlu oluyorum desem inanmazsın da bana, biliyorum. İyi ki uzaksın iyi ki yakınımda değil…” dedim kendi kendime.

PS. Milchschnitte den umudu kestim ben. Kendim gider yerim Almanya ya. Emeği geçen tüm blogspotcu arkadaşlarıma; başta Daphne olmak üzere çok thanks diyorum.