Perşembe, Temmuz 19, 2007

Derdime derman çikolat kız




Epeydir bi tatlı sevdası aldı başını gidiyor bende.
Her öğle yemeği sonrası bizim marketi arayıp bi şamfıstıklı kare çikolata siparişi verip vermeme ikilemi yaşıyorum. Bazen boş ver ye diyorum, keyifle hüpletiyorum sıcaktan erimiş çikolataları iş arkadaşlarımın şaşkın bakışlarına aldırmadan. Ya da kalkıp kendim gidiyorum, kendine market diyen bakkala... Beş-altı Algida'yı poşete doldurduğum gibi dönüyorum şirkete. Beğenilerine göre dağıtıp ağızlarını kapıyorum hepsinin sus payı hesabı...

Çikolatayı oldum olası sevmişimdir zaten. Hele çocukken Almanya’nın envai çeşit schokoladeler'ini seçe seçe bitiremezdim o kocaman grossmarketlerden.
Bi dolu kinder sürpriz alır, eve gider gitmez hepsini kırıp önce içindeki oyuncakları yapardım, annemin çenesine aldırmadan. Sonra da karşılarına geçip sanki Eyfel’i dikmişim havalarında kırık çikolataları yerdim büyük bi keyifle...

Hele hafta sonları babam ve küçük kardeşim Murat ile yaptığımız alışverişlerde çoğu zaman zıvanadan çıkar, sinir ederdik babamı... Adamcağız arabayı park eder etmez popcorncunun önünde biterdik, iki kardeş. Karamelli popcorn, sorunsuz bi alışveriş için ilk şarttı. Markete girer girmez de evin ihtiyaçlarından önce pasta reyonuna doğru sürükleyip hemen bi schwarzwald’i (karaorman pastası) sepete attırıp, çikolatalarımızı da aldıktan sonra rahat bırakırdık babacığımı. Ha! Pardon unutmuşum çıkarken bi de donut yerdik sıcak sıcak.

Şimdi utanıyorum o günkü yeme kapasitemden... Ama n’apim felaket bi iştah varmış ben de. Hoş şimdi de pek farklı değilim ama gerektiğinde yememem gerektiğini biliyorum en azından...

Geçenlerde DAPHNE ciğimle yazışırken söz döndü dolaştı; yine, yemek mevzularına geldi. Benim art arda gelen yiyecek, içecek sorularıma hiç bezmeden cevap veren Daphne'yi sonunda tek soruyla tuş ettim. Halbuki çok basitti; hatta soru değil, bi ricaydı. "Bana Milchschnitte getir gelirken!" dedim bütün doğallığımla ya da oburluğumla mı demeliydim acaba? "Ne Milchschnitte mi o ne? Ben bilmem ama bi araştırayım, bakayım" dedi. Yaklaşık iki aylık bi Ar-Ge sonucu İngiliz topraklarında Schnitte satılmadığına kanaat getiren ve Schnitte hakkında hiç bilgisi olmayan Daphne, tüm bu süreç boyunca verdiğim doneleri bi gün, bi anda hocus pocusumsu bi hızla toparlayıp, beni hayrete düşüren bi finalle bitirdi.

- "Cık cık cık ben Venedik gezisinde bi şii yemiştim. Dediğin şeye benzeyen, hatta dondurma dolabından çıkarmıştım. Kremamsı, kekimsi bi şeydi. O mu acaba?
Ama İtalya bilemicem" deyince... Bende şimşekler çaktı, gözlerim dönmeye başladı. Evet, oydu; Milchschnitteydi o! İtalya merkezli, Ferrero şirketinin enfes çikolatamsısı, yanlış topraklarda aradığım nefaset ötesi.

Şimdi üzülsem mi, sevinsem mi bilmeden Milchschnitte hayalleri kuruyorum.
"Belki bi gün Türkiye'ye de gelir, doya doya yerim ya da bu blogu yanlışlıkla okuyan biri olur da acıyıp 10'lu paket Schnitte'yi gönderiverir mi acaba?" diye. Hatta bu postu tüm dillere çevirip öyle mi yayınlasam? Sesimi duyan yok mu?..

Perşembe, Temmuz 05, 2007

Snif snif...





Değişiklikleri takip edemiyorum artık...
Ben sabit kalsamda çevrem amansız bi devimde.
Birkaç senedir olagidenler hafızamda kuytularına saklandılar. Küçük bi iç çekişde hemencecik kafalarını uzatıyorlar edepsizce, zaman zaman bikaç gülen surat görmüyorda değilim tabi ama nedense acıtanlar daha fazla gibi geliyor bana, bilmiyorum bilemicem sanırım hiç.
Derin mevzular bunlar fazla kurcalamamalı…

Aslında The Secret’i okumaya başladığımdan beri kendimi daha pozitif, evrene verdiğim mesajları da daha bi politik bulur oldum. Aklıma o an ne geldiyse isteyiveriyorum evrenden. Acelesi yok zamanla diyor çok beklentiyede girmiyorum. IHLAMUR korkar oldu bu durumdan. Yırtıcam o kitabı kafayı mı yedin sen ? diyor inanmıyor isteklerimin gerçekleşeceğine. Umutsuz gözlerle uzaktan izlemekle yetiniyor şimdilik.

Bugün iş güçle cebelleşirken pat diye bi poşet düştü önüme. Mana veremedim once ama bizim Little K’yı görünce çaktım köfteyi. Bu sene uzun yıllardır birlikte çalışıp, dertleştiğimiz aynı şeylere gülüp eğlendiğimiz canım iki arkadaşım kendi istekleriyle başka bi ülkeye transfer olunca küçük çapta bi travma yaşamıştım içten içe. Neyse ki zamanla insan herşeye alışıyor. Tabi arada aklıma geldiklerinde burnumun direği sızlamıyor değil ama olsun onlar orda mutlu deyip kendimi avutuveriyorum hemencecik. Onlar içinde dileyiveriyorum evrenden bişiler. Artık dileklerim kimin lehine olur görücez zamanla. Pılıyı pırtıyı toplayıp dönerlerse çok inanıcam bu kitaba ama kızacaklar şimdi bana. Canlarım affedin beni. Hillcim özelliklede sen:)

Neyse bizim yol fatihi küçük concon olabildigince kibar bi sekilde al bu senin Cecil gonderdi dedi. ( Cecilcim adam olucak bizim ki şimdiden söyleyeyim gözün arkada kalmasın). Hediyelerim gelmiş dedim sonra Heidi sevinciyle. Görür görmez bayıldığım bi çanta çıktı o kadar yol tepmiş poşetten. Evirdim, çevirdim, koluma taktım, içini açtım bi dolu toka bide saç fırçası, isabet olmuş deyip oturdum saçlarımı taradım, tokaları takmaya kıyamadım şimdilik. Çok ama çok mutlu oldum. Nazik arkadaşlarım benim çok teşekkür ederim.

Günün geri kalanında Kılpaçinoyla hayata dair uzun uzun talklaştık. Karar verdi beni herkes anlayamazmış o yüzden yabancı biriyle evlenmeliymişim.
Hem sempatik hem yakışıklı olması konusunda hemfikir olduk. Mesela dedi Jean Marc Barr tipinde olmalı. Böyle birini bulursam kaçırmamam gerektiği konusunda epeyce nutuk çekti. Hemen bi "Le grand bleu" dvd si edinip ince ince seyredip her açıdan bakacakmışım Jean Marc’cığıma. Peki dedim ben de.

Haftasonu büyük ihtimal IHLAMUR vızıltısı ile “Le grand bleu” seyredip kafayı bulacağım. Cheers İngiltere.

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Atmosferik hisler

Bugün sabah sabah nerden geldiyse ben de felaket bir sıkıntı.
Bi galon bira icip dünyayı darma duman etme hırsı.
Denize atlayıp bir adaya kadar yüzebilme çöp gibi zayıflama, malak gibi yatma ve arap gibi kararma hissi var.

Salı, Temmuz 03, 2007

Yerim dar



Sıkıldım çalışmaktan herşeyden bunaldım...